Blogun 4. yılını kutlamışken terk edip gitmek olmazdı 😀 Hazır mentalim yerindeyken bir yazı daha yazayım da idare etsin diyorum 🙂 Ele almak istediğim konu: oyun. Bazılarınız için üzerine konuşmaya bile gerek olmayan, bazılarınız için ise günlerce üzerine konuşulsa kapanmayacak o konu 😀
Oyuncuların kanayan yarası: “Hala oyun mu oynuyorsun?”

Enteresan bir topluma sahibiz. Evet genelde annelerimiz babalarımız da oyun oynamamızdan şikayetçi olur ama en çok da hiçbir boka faydası olmayan insanlardan gelir bu şikayetler. Oynadığım oyunun parasını, bilgisayarın yaktığı elektriği, internetin faturasını veya en ufak ekipmanımı şarj etmeye sanki ceplerinden para çıkıyormuşçasına oynadığım oyuna laf edenler olduğu zaman çıldırmamak elde değil.
Birçoğumuz için oyunlar sadece eğlenmek değil. Bazen bir kaçış, bazen bir sığınak, bazen de kendini ifade edebilmenin tek yolu. Başkalarının gözünde “ekrana bakan bir yetişkin” gibi görünüyor olabiliriz ama içeride neler yaşandığını sadece biz biliyoruz.
Benim için oyun, günün sonunda sessizce kendime dönebildiğim bir yer. Ne göz teması gerekiyor, ne de doğru cümleyi bulma baskısı. Sadece ben, düşüncelerim ve bir bilgisayar. Bu yüzden oyun oynamayı savunmak zorunda kaldığım her an biraz hüzünlü geliyor. Çünkü anlatmak zorunda kalmak demek, hala anlaşılamamak demek.
Evet hala oyun oynuyorum evet yıllarca oynadım ve yine evet yıllarca oynayacağım oyunlarımı. Vakit benim vaktim ister öldürürüm ister güldürürüm bunun kararını sadece ben verebilirim. Yapmam gereken şeyleri yapmamama veya aksatmama sebep oluyorsa evet orda biraz hatalıyımdır ama hatamın hesabını ancak hatayı yaptığım kişi bana sorabilir.
Evde yapacağım bir şeye söz verdiysem sözümü tutmadığımda annem, iş yerinde yapmam gereken bir şeyi oyun için aksattıysam babam, evlendiğimde evimde yapmam gerekenleri sürekli ihmal ediyorsam karım bana oyunum hakkında hesap sorabilir. Bunun dışında kimseye söz hakkı düşmez, düşmesi teklif dahi edilemez 😀
Oyun oynayan o tipler

İnsanların “oyuncu” dediğinde hala aklına gözlüklü, asosyal, odasından çıkmayan biri geliyor. Medyada da bu imaj yıllarca beslendi zaten: “pizza kutuları arasında kaybolmuş, monitör karşısında yaşayan erkek çocuk.” Ama gerçek çok daha farklı.
Oyun oynayan insanlar tek bir tipe indirgenemez. Şu an oyun oynayan biri büyük bir şirkette çalışan bir mühendis de olabilir, öğle tatilinde LOL giren bir avukat da. Geceleri çocuklarını uyuttuktan sonra Animal Crossing açan bir anne de olabilir, çiftçilik yapan bir ziraat mühendisi de, gün boyu tasarım yapan freelance bir grafik sanatçısı da.
Benim çevremde de böyle insanlar var. Kimse sabahları joystick’le kalkmıyor ama çoğumuz geceleri oraya dönüyoruz. Kimimiz arkadaşlarımızla buluşmak için Valorant açıyoruz, kimimiz kafa dağıtmak için Stardew Valley. Oyuncu olmak bir hobi değil sadece, karakterin bir parçası hâline geliyor zamanla.
Tavsiyelerinizi kendinize saklayın
Oyuna harcadığım vakit yerine kitap okumaya, oyuna harcayacağım parayı da kendim için bir şeyler yapmaya harcasaydım mı? Bunlar sadece senin aklına geliyor olabilir mi sence ey büyük düşünür? Beyninin zekatını bana harcamak yerine kendin için harcasana o zaman 😀
Ben kitap okumayı severdim ve sık sık okurdum ama ben kitap okumak zorunda değilim. Oyun oynamak zorunda da değilim ama iki şey arasından ben o an onu seçmişim demek ki. Bu benim tercihim. Sen git kitabını oku aydın insan.
Neden Oyun Oynarız?

Birçok oyuncunun adına konuşmam gerekirse: biz çocukken sizler bize “gerizekalı, aptal, mal” vb. sıfatlar kullanırken akşam eve gittiğimizde açtığımız oyunda bizi “Hoşgeldin Kahraman!” veya “İyi ki varsınız efendim” gibi cümlelerle karşıladı oyun karakterlerimiz.
Evet gerçek birer duyguyu veya aidiyeti yansıtmıyordu bunlar belki ama gerçek hayatın ezintisinden birkaç saatliğine alıp koparıyordu bizi. Aramızdan bazıları ezilmeye devam etti ve sizin algılarınızdaki gibi oyuncular oldu. Asosyal denilenlerden. Bazılarımız iki hayatı birlikte yürütmeyi ve gerçek olanda kendini ezdirmemeyi öğrendi ve sosyal oyuncular oldular.
Okullarda öğretmenler yüksek sesle sen aptalsın derken oyunda bize “zekice bir hamle” dediler. Okulda tahtadakileri kopyalamayı öğretirlerken oyunda strateji kurmayı, labirent çözmeyi, harita okumayı, ticari beceriler edinmeyi, sosyal iletişimi, dolandırıcılarla baş etmeyi ve daha birçok şeyi öğrettiler. Okulda bir zorbadan dayak yiyen o çocuklar akşam evde güçlü oyun karakterleriyle insanlara dehşet saçtılar.
Yani anlayabileceğiniz sizin gerçek hayatta insanlara yaşatmadığınız her duyguyu oyunlar sanal hayatta yaşattı bir zamanlar. Sizin çocuklara fazla gördüğünüz her duyguyu oyundaki sanal karakterler yaşattı onlara, bizlere. Kendi bencilliğiniz, zorbalığınız veya diğer birtakım kötü nitelikleriniz yüzünden bağımlılık haline gelmiş bir sektöre şu sıralar laf etmeniz biraz ironik.
Oyunlardan arkadaş edindik buralarda sohbetler döndürdük ve birbirimizi tanıdık. Oyunlar ile tanışan insanları kolay kolay birbirinden uzaklaştıramazsınız. Hayat onları uzaklaştırır ve zaman zaman tekrar yakınlaştırır. Bunun dışında uzun yıllar görüşmeyen iki sanal arkadaş tek bir mesaj üzerine hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir.
Oyun oynamanın tek bir nedeni yok; herkesin kişisel bir motivasyonu var. Tıpkı müzik dinlemek ya da kitap okumak gibi, oyunlar da hayatın belli boşluklarını dolduruyor – ama bazen bunu dışarıdan göremiyorsun.
Bazıları için bu bir kaçış. Gerçek hayatta çözülmeyen şeylerin karşısında oyunlar sana kontrol duygusu veriyor. Hedef koyuyorsun, ulaşıyorsun. Yani başarabiliyorsun. Bu da insanı yaşama karşı yeniden motive ediyor.
Bazıları için oyun, rekabet ve gelişim. Valorant’ta aim çalışmak, League of Legends’ta rank atlamak, Dark Souls’ta boss kesmek… Bunların hepsi başlı başına birer meydan okuma. Kimi insan sporla bu tatmini yaşar, kimi bulmacayla, kimiyse oyunla. Sonuçta beynimiz ödül arıyor ve oyun bunu sana anında veriyor.
Bazıları için ise bu sadece birlikte olma hali. Oyunu bahane edip arkadaşınla konuşmak, birlikte gülmek, ölmeye bile birlikte gülmek… Mesela bazı akşamlar sadece Discord’da susarak oynuyorsun ama o bile iyi geliyor. Çünkü biri orada, seninle aynı haritada.
Benim içinse bu üçünün karışımı. Bazen kendi sessizliğime dönmek istiyorum, bazen savaşmak, bazen sadece arkadaşlarla vakit geçirmek. Ama hangi duygu baskın gelirse gelsin, oyunlar hep orada bekliyorlar. Hem de yargılamadan, sorgulamadan, sessizce
Oyuncuları anlayamayanlar
Ailemiz için bu ekranın karşısında geçirilen her dakika boş. Onlar için üretmek gözle görülür olmalı: bir kitap okursan tamam, dışarı çıkarsan güzel, spor yaparsan harika… Ama bir tuşa basarak “eğlenmen” onlara göre bir tembellik gibi.
Oysa oyun oynarken beyin çılgınlar gibi çalışıyor. Strateji kuruyorsun, refleks gösteriyorsun, bazen sinirine hâkim olmaya çalışıyorsun. Yani aslında bir sürü şey öğreniyorsun. Ama ekranın bu tarafındaki “hayat” onların tanımına sığmıyor. Ve biz her seferinde bir şeyleri savunmak zorunda kalıyoruz.
Partnerin oyun oynamıyorsa bir süre sonra “ilgi azaldı” cümlesi gelebiliyor. Çünkü oyun, dışarıdan bakıldığında bir rakipmiş gibi duruyor. “Zamanımı çalıyor”, “beni ikinci plana atıyor” gibi hissettiriyor onlara.
Oysa ne olurdu birlikte bir co-op deneyim yaşasak? Ne olurdu bir gece oyun dünyasında el ele tutuşsak?
Ama çoğu zaman oyunlar değil, oyun algısı bozuyor ilişkileri. Çünkü anlatmak kolay değil. “Ben seni sevmiyorum” değil bu; “sadece bir süreliğine bir başka dünyaya kaçmak istiyorum” demek.
Kimseye kendini sürekli anlatmak istemiyorsun. Ama bazen bunu yapmadan da rahat bırakılmıyorsun.
Anlatmasan yargılanıyorsun.
Anlatsan küçümseniyorsun.
İşte bu yüzden oyuncular kendi dünyalarında daha huzurlu. Orada onları yargılayan kimse yok. Yenildiğinde bile seni anlayan biri var. Oyunun içindeki takım arkadaşın belki sadece “GG” yazıp geçiyor ama sen ne demek istediğini anlıyorsun.
Ve bu bile bazen yeterli bir anlaşılma hissi veriyor.




Mesela siz bu görsellere baktığınızda öylesine çekilmiş oyun fotoğrafları görüyorsunuz. Bizler baktığımızda zafer sevinci, başarı hissi, şıklık ve gelişim görüyoruz. Metin2’de çekilmiş fotoğraflar bir kombin yapmak için uğraşılmış, emek harcanmış ve gelişimi tamamlayıp çarı fullemiş bir karakter görüntüsünü yansıtıyor. Savaşmaya hazır bir savaşçı. LostArk’tan aldığım görüntü ise bir görev bittikten sonra sinematik veriliyor ve o sahnelerden bir görüntü. Başarı. Valorant ise kolay kolay denk gelmeyecek bir zafer serisi.
Sizin için hiçbir anlam ifade etmeyen bazı şeyler başkaları için her şeyi temsil ediyor olabilir. Ben size kalkıp niye bir şeyler izliyorsun mal mısın? Desem tepkiniz ne olur? Veya neden kitap okuyorsun salak mısın? Kaç yaşına geldin hala çizgi roman okuyorsun! Meslek sahibi oldun hala bir topun peşinden koşuyorsun salak mısın? Desem hiçbiriniz bana hak vermez 😀 Neden aynısını bize yapıyorsunuz? Neden bizim ütopyalarımızda rahat etmemiz ve mutlu olmamız size bu kadar dert oluyor? Biri sizin ilgilendiğiniz şeylerle ilgilenmeyip anlamadığınız şeylerle mutlu olduğu zaman buna tahammül edemiyorsunuz çünkü.
Umarım e-spor ile de dünyada yerini almış oyun sektörünün yakasını zamanla bırakırsınız. Çünkü bizim oyunu satın almak için harcadığımız 3000₺ veya oyun içinde iyi hissetmek için harcadığımız paralar sizi ilgilendirmiyor. Ben aynı parayı bir basketbol topuna da verebilirdim ve patladığı zaman boşa giderdi. Ben bu parayı kendi ilgilendiğim şeyde sonsuza dek saklıyorum.
Koca blogun özeti: Oyun oynuyorsanız herkese rağmen oynamaya devam! Keyifle kalın!