benle ilgili, karalamalarım

Sensizlik miydi son kurşunun?

Doldur be meyhaneci! Diyemiyorum çünkü sabah verebileceğimi düşünmememe rağmen en azından devamsızlıktan kalmayayım diyerek gideceğim bir sınavım var ve zaten şömine bira ikilisiyle hemen hemen aynı dengeyi kurdum. Evet geçemeyeceğim dersin yoklamasına gidiyorum. Okuyan kimse olmamasına rağmen okuyanlar arasında bunu yapan elbet vardır. Olmayacağını bile bile çabalamaktır bu. Geçemeyeceğini bilirsin ama sabahın en soğuk saatlerinde sıcak yatağından çıkıp gidersin okula.

Sevmeyeceğini bilerek birine tüm varlığını adamakla benzer şeyler. Evet yatağınıza tam uzanıp dizüstü bilgisayarınızı kucağınıza aldığınızda ufak bir detay için tekrar kalkıp rahatınızı bozmak, yolun yarısından eve bazen sadece kulaklığınızı almak için dönmek, gelen minibüse binmek için sigaranızı kaldırıma atıp ezmek gibi. Biraz düşününce gerekli olmasa yapmazdım zaten dersiniz. Biraz daha üstüne koyar da düşünürseniz ne gerek vardı ki? Dersiniz.

Aşk için yaptıklarınızın veya yaptıklarımızın bundan bir farkı yok. Ben burdayım, seni seviyorum diyemeyip bunu gösterebilmek için şehrinizden kalkıp sevdiğinizin gözlerine bakmaya gitmek gibi. Kalan o son kırıntı enerjim de seni kazanmak için duruyor diyebilmek için kalkıp gidip suskunlukla geri dönmek gibi. Hani o yarı yoldan almak için döndüğünüz kulaklık var ya, aslında onu dün kaybettiğinizi odanızdaki ufak bir arayıştan sonra hatırlarsınız. O an çektiğiniz o derin nefesi hatırlayın. Sonra da hayal kırıklığını üç kuruşluk bir blogda bu şekilde dile getirmeye çalışan birini düşünün. Sizi bilmem ama ben görünce o nefesi veremiyorum.

Aslında ne yazıyorum, neden yazıyorum, ne anlatmaya çalışıyorum falan bunları ben de bilmiyorum. Tek bildiğim yazmam gerektiği. Görmesini istediğim tek kişinin görmeyeceğini bile bile yazmam gerektiği. Onun gözleri görmez bu satırları. Görse bile bu satırlar yazılırken önümü görebilmek için sildiğim gözlerimi düşünmez. Düşüncesiz olduğundan değil düşünemeyecek olduğundan. Düşünemeyecek kadar körce sevmemesinden.

Ümit Besen gibi kime bağlandıysam ayrıldı yollar mı demeliyim? Yoksa HiraiZerdüş gibi beni sevmedi mi demeliyim? Hangi şarkı çözecek boynumdaki düğümü? Eskisi gibi alkol mü olsun dostum yoksa dostlarım mı olsun ağrı kesicim? Siz olsanız kime gidebilirsiniz? Mutlu olursa onunla güleyim, acı çekerse yükünü paylaşayım diye gözünün içine bakan dostlarıma mı gitmeliyim? Benim gitmeme gerek olmadığını da biliyorum. Ama yapamam. 

Acımın kaynağı bence asıl konum. En kötü alışkanlığım bir çift göz olduğu için mi kaybediyorum yoksa en büyük korkumun o gözlerin başka yöne çevrilmesi olmasından mı? İnsanları çözdüğümü sandığım her seferinde aslında bir bok çözmemiş olmam cevabı gerçekten gereksiz bir his. Başkaları için kendinizi unutun,  o zaman sizi hatırlayacaklardır dendiğini duymuştum. Yalan. Kendinizi unuttuğunuzda hem kendinizi hem uğruna kendinizden olduğunuzu kaybediyorsunuz. 

Bence gitme diyebilecek kadar güçlü olmalıyız. Çünkü hiç kimse kaybettiklerini unutacak kadar güçlü olamıyor. Unutmayı deneyebilecek kadar aciz olabiliriz ancak. Atilla İlhan’ın da bununla ilgili bir sözü vardır, ki durumun en büyük özetidir aslında: “Bir gün seni unutmak zorunda kalırsam aşkımın küçüklüğüne değil, çaresizliğimin büyüklüğüne inan.” böyle bir cümlenin üzerine unutmak zorundayız. Unutmayan insan kendi mezarını kazmayı bilmek zorunda. Tabii mezarına gün saymıyorsa. 

Çok konuştum biliyorum ama biraz daha konuşmam gerekiyor. Sustukça birikiyor içimde kelimeler, çığlık çığlığa söyleyemediklerim. Çünkü konuşamıyorum ve konuşamadıkça çığ gibi büyüyüp bana yükleniyor içimdekiler. Seni bir daha tanıyacağımı bilip bir kez daha doğsam her saniyesini tekrar yaşardım bu amına koyduğumun hayatını diyemedim. Acısını da sonuna kadar çeker yine gözlerinde bitirirdim her şeyi diyemedim. Sesini duymak için sesim kısılana kadar yine atardım çığlıklarımı derdim benim için eline iğne batırmayacak bir kadının gözlerine baka baka. Diyemedim.

Kadınlar susarak gider, sen bağır ben haksız olayım diyemedim. Gerçekten şart mı dudaklarımla kal demem? Gözlerim gitme diye ağlarken diyemedim. Ben hayallerimi hiçbir zaman küçümseyecek kadar fazla kurmadım. Hayallerim herkesin ağzına pelesenk olmuş bir seni seviyorum cümlesi kadar basitleşmeyecekti gözümde. O yüzden kurdum onun hayallerini. Hepsinin diken gibi batıp kalacağını bilsem de kurardım o hayalleri. Ama ben o hayallerin ardındayım. Hala gölgesiyle tutunuyorum. 

Her hayalin ardından bir müzik dinleyip bir sigara yakıyorum. Çünkü müzik, atamadığımız çığlıklar, söyleyemediğimiz sözler, anlatamadığımız şeylerdir. Kırılan bir kalbin de söylemek istediği çok şey vardır. Alt tarafı bir organ için bu kadarı fazla değil mi? Diyebilir. Dilden çıkıp gönüle gideceğini bilse bu aciz daha neler söyler de soğuk birası hala soğukken bu yazıya bir nokta koymak zorunda. Buraya kadar sabırla okuduysan teşekkür ederim. Bir başka saçma yazımda buluşmak üzere, mutlu kal 🙂

E-bültene Abone Ol Merak etmeyin. Spam yapmayacağız.

Yazar

Milenyumun başında Çorlu'da doğmuş ve erken yaşlarda grafik tasarım ve web build işlerine merak sarmış genç bir blogger dostunuzum :) bu blogda kasıntılıktan uzak içimden gelen her şeyi yazıyorum. Birbiriyle alakalı veya alakasız olmasına dikkat etmeksizin her konuya değinmek ve zengin içeriklerle karşınızda olmak hedefiyle ilerliyorum :)

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

close

abone ol

bloguma abone olarak tüm yazılardan sosyal medyaya gerek kalmaksızın haberdar olabilirsin.