Yepyeni bir milenyumun ilk nisan ayının 21’inde, Çorlu’da — yani betonun, gürültünün ve inadına yaşamın hüküm sürdüğü bir yerde — dünyaya geldim. Hayat beni İstanbul’un kalabalığına, Sakarya’nın yeşiline savurdu; ama döndüm dolaştım yine ilk durağımda, Çorlu’da buldum kendimi. Bazı hikâyeler başladığı yere dönmeyi severmiş, ben de onlardanım galiba.
Asıl mesleğim karotçuluk. Evet, bildiğin beton delme işi. Kimine sıradan gelir, bana göreyse bu, sabrın, tekniğin, çözüm odaklı düşüncenin birleştiği bir sanat. Babamdan öğrendim bu işi; şimdi “Karot Parçası” markası altında karot ürünlerinin satışını yapıyorum. Ama elim sadece matkap tutmaz — klavye fareye, bazen kalem kağıda, bazen de kahveye uzanır. Çünkü aynı anda grafik tasarım, proje yönetimi, web geliştirme gibi birkaç başka evrende de dolanıyorum. Hâlâ anlam veremediğim bir enerjiyle sürekli yeni bir şey kurcalıyor, bozuyor, yeniden yapıyorum.
Neşeliyimdir genelde, biraz da fazla. Ortamda biri gülerse muhtemelen ben bir şey demişimdir. Kara mizahın dibine vururum, absürtlüğü severim. Kendi kendimle dalga geçmekten çekinmem; çünkü en güvenilir hedeftir insanın kendisi. İnsanlar beni “alaycı ama içten”, “her konuda bir fikri olan” diye tanımlar. Haklılar. Her konuda gerçekten bir fikrim var — bazen işe yarıyor, bazen sadece güldürüyor. Çünkü her zaman doğru bir fikrim olduğunu iddia etmiyorum 😊
Blog meselesine gelince…
Bu site benim günlüğüm aslında. Kimse okumasa bile yazılarım burada, sakince nefes alıyorlar. Ama bir sır vereyim: blogumun içinde gizli bir sistem var. Her yazıda, belli kelimeleri bir araya getirirsen ortaya öyle bir tablo çıkar ki — çözebilen biri olsa dehşete düşer. Aramızda kalsın ama, bu blogun içinde benden çok daha fazlası var.
İnsanlar bloga girdiğinde benden bir parça bulsun istiyorum. Ne sevdiğimi, nelerden nefret ettiğimi, kim olduğumu… Beni tanısınlar ama tam çözemesinler. Yazılarım biraz puzzle gibidir: bir parçası duygusal, biri komik, biri karanlık, birini de sadece ben anlarım.
Turkuazı severim, kışı özlerim, şekerli içecekler olmadan yaşayamam. Ellerim kuru olunca dünyanın düzeni bozulur; toz görsün hemen yıkarım. Yağmur yağdığında durmam — sırılsıklam olurum, çünkü bazı temizlikler sabunla değil, gökyüzüyle yapılır. Her gece uyumadan önce mutlaka Cem Yılmaz veya Tolga Çevik dinlerim. Artık ezberledim ama yine de gülerim; bazı alışkanlıklar terapi gibidir.
Bilgisayar masaüstüm renk bloklarına ayrılmıştır, her klasör düzenli, her renk bir proje.
Ama beynimin içi tam tersi: karışık, fikirlerle dolu, biraz tozlu ama kendi düzenine sadık bir yer.
Eskiden “Hızlı yaşa, erken öl, bedenin yakışıklı kalsın” derdim.
Şimdi başka bir yol seçtim:
İyi bir koca, iyi bir baba, iyi bir dost, iyi bir esnaf, iyi bir patron…
Ve belki en önemlisi: iyi bir insan olma yolunda kendimi eğitmek.
Ha, bir de…
Hakkımda bildiğin her şey doğru olmayabilir.
Ama hepsi benimdir.
